7 Şubat 2008 Perşembe

HAZRET-I PEYGAMBERIN YÜKSEK TEVAZUSU

HAZRET-I PEYGAMBERIN YÜKSEK TEVAZUSU
Peygamber Efendimiz, yaratıkların en şereflisidir. O kadar yüksek mertebesiyle beraber pek ziyade mütevazi idi. Fakirleri ve zayıflan daima okşar, misafirlerinin altlarına kendi mübarek elbiselerini döşeyecek kadar ikramda bulunurdu. Bir meclise girince, nerede boş yer bulursa orada oturmak ister, bulunduğu meclislerde elbisesini toplu tutup etrafa yaymazdı. Bununla beraber bulunduğu meclislerde herkesten çok vakarını korurdu. Söze gerek görmedikçe susardı. Gülmek gerekince tebessümle yetinirdi. Huzurlarında bulunanlar da son derece edebe riayet eder, başlarını aşağıya eğerlerdi. Konuşurken seslerini yükseltmezlerdi. Gülmeleri de tebessümü aşmazdı. Peygamber Efendimiz acizlere,yoksullara o kadar iltifat ve tevazu gösterdiği halde, kendileri ile görüşmelerde bulunduğu hükümdarlara karşı asla küçüme göstermez, Risalet makamının ulviyetini korumadan hiç bir zaman geri durmazdı. Kayserlere, Kisralara gönderdiği mektublannda daima mübarek ismini önce belirtirdi. Kendilerini hiç çekinmeden islam dinine davet ederdi. Kabul etmedikleri takdirde, azaba uğrayacaklarını, saltanatlarının ellerinden çıkacağını kendilerine açıkça duyururdu.
Peygamber Efendimiz, yaratıkların en şereflisidir. O kadar yüksek mertebesiyle beraber pek ziyade mütevazi idi. Fakirleri ve zayıflan daima okşar, misafirlerinin altlarına kendi mübarek elbiselerini döşeyecek kadar ikramda bulunurdu. Bir meclise girince, nerede boş yer bulursa orada oturmak ister, bulunduğu meclislerde elbisesini toplu tutup etrafa yaymazdı. Bununla beraber bulunduğu meclislerde herkesten çok vakarını korurdu. Söze gerek görmedikçe susardı. Gülmek gerekince tebessümle yetinirdi. Huzurlarında bulunanlar da son derece edebe riayet eder, başlarını aşağıya eğerlerdi. Konuşurken seslerini yükseltmezlerdi. Gülmeleri de tebessümü aşmazdı. Peygamber Efendimiz acizlere,yoksullara o kadar iltifat ve tevazu gösterdiği halde, kendileri ile görüşmelerde bulunduğu hükümdarlara karşı asla küçüme göstermez, Risalet makamının ulviyetini korumadan hiç bir zaman geri durmazdı. Kayserlere, Kisralara gönderdiği mektublannda daima mübarek ismini önce belirtirdi. Kendilerini hiç çekinmeden islam dinine davet ederdi. Kabul etmedikleri takdirde, azaba uğrayacaklarını, saltanatlarının ellerinden çıkacağını kendilerine açıkça duyururdu.

5 Şubat 2008 Salı

GÜLLER











3 Şubat 2008 Pazar

BİR GÜL KOKUSU



Resûlullah (Aleyhisselâtü Vesselâm) buyurdu ki:"Müminde imanın yeri, at ile bağlandığı kazığın haline benzer.At yayıldığı yerde dönüp dolaşıp bağlı olduğu kazığa yaklaştığı gibi, mü’min de gafletle bazı hatalar işler, sonra tövbe ile (manen) bağlı olduğu imana geri döner."(İbn-i Hibban)---İmanlı bir insan, zaman zaman gaflete düşüp günaha girse bile, derhal pişmanlık duyar ve tövbe ile küfre düşmekten, bütün bütün çizgiden çıkmaktan korunur.İyiliği çok, kötülüğü azdır.Kalbinde imandan eser olmayan kimsenin ise, kötülüğüne bir hudud çizmek, fenalık ve günahlarına bir engel koymak, imkânsızdır.Bazan bu gibilerin zararları, sadece kendileri ile sınırlı kalmayıp, tüm insanlığı ve umum yeryüzünü tehdit eder boyutlara ulaşmaktadır.

Allah'a iman ne demektir?


Allah Teâlâ'nın varlığına ve birliğine inanmak ve O'nu sıfat ve isimleriyle güzelce tanımaktır. Allah'a îman, bütün dinlerin temelidir. Allah'a inanma, O'na dayanma ve ibâdette bulunma ihtiyacı, insanda yaratılıştan vardır. Bu duygu, insanla beraber doğmuş ve her devirde de olagelmiştir. Allah'ın varlığının delillerinden biri de budur. Çünkü fıtrat yalan söylemez. İnsan fıtratında, madem, bir yüce Yaratıcıya inanıp dayanma, O'na ibâdet etme, yalvarıp dileklerine karşılık bulma ihtiyacı vardır; öyleyse o yüce Yaradanın vâr olmaması mümkün değildir. Bu, fıtratın inkârı demek olur. Başka hiçbir delil olmasa bile, bu fıtrat ve vicdan delili, Allah'ın varlığını anlamamız için kâfi bir ışıktır. Aslında, Allah'ı inkâra yeltenenler bile, başları dara geldiği zaman yine Allah'a yönelmek, O'ndan yardım dilemek zorunda kalırlar. Fakat darlıktan kurtulur kurtulmaz yine eski hallerine dönerler. Bunun misallerini pek çok görmüş ve duymuşuzdur. Bu hususa Kur'ân-ı Kerîm şu şekilde işâret buyurmaktadır:
"İnsana bir zarar dokunduğu zaman, yan üstü yatarak, yahut oturarak veya ayakta iken bize yalvarır. Fakat ondan (ilticâsına sebeb olan o) zararı kaldırdığımız zaman, sanki kendine dokunan bir zarardan dolayı bize yalvaran o değilmiş gibi hareket eder. (Eski sapıklığına devam eder.)" (Yûnus, 12)
"Gemiye bindikleri zaman (batma korkusundan) ihlâs ile Allah'a yalvarırlar, fakat kendilerini karaya çıkarıp kurtardığımızda, hemen şirk koşarlar." (el-Ankebût, 65).